25 Aralık 2018 Salı
kahve üzerine
4 Kasım 2018 Pazar
bulutsuzluk
basit olduğu kadar da tuhaf aslında, yazmamak benim gerçekliğimde var olan bir yokluk olmamıştır hiçbir zaman. hayatımın yarısından çoğunda yazdım, çok basit bir insanımdır; yürürüm, görürüm, dinlerim ve yazarım. bir refleks ya da bağımlılık gibidir bu, yazarım çünkü o an orada yazmam şarttır, fakat artık yazamıyorum ve bu hayatımda yaşadığım en kötü his. bir sabah uyandığında en sevdiğin duyu organının olmaması gibi, eleştirmenin film bitmeden ne izlediğini unutması gibi, yedi yirmidört beyni uyuşmuş hâlde dolaşmak gibi, bunu yapmadan önce ne yapıyordum dediğin alışkanlığını bir günde kaybetmek gibi, iktisada aykırı bir durum bu; sınırlı kaynakların sınırsız talebe dağıtılamaması. aylardır ne aklıma yazmaya değer bir şey geliyor, ne de yarım kalmış öykülerimi tamamlayabiliyorum. beynimin yarısını bir anda kaybetmiş gibiyim ve yazamadığım bir gerçeklikte yaşamaya yaşamak bile denemez; yazamamak demek, yazmaya değer bulmamak demektir. burada ne yazdığımın ya da ne kadar kaliteli olduğunun, ya da olmadığının, herhangi bir önemi yok. önemli olan hâlâ bir şeyleri, birilerini, birileri için, kendim için, egom için, okuyanlar için yazmaya değer bulmamdır. sorsanız yine yazmaya değer şeyler var derim ama yine de yazamam. bu düşündüğümden de derin bir mevzu sanırım.
ne kadar amatör ve kötü olsam da yazarlık psikolojisinden az çok anlıyorum. önce hayatınızda ufak bir yeri vardır, sonraysa kendinizden çıkanlara bakar ve dersiniz ki aslında epey iyiler / iyi olabilirler. onları evlatlarınız gibi seversiniz. uzun bir öykü/roman yazıyorsanız her akşam hevesli hevesli oturur ve gün içinde yaşadıklarınızla harmanlayıp devamını oluşturursunuz ve zaman içinde yaşamınız yazmak ve yazmaya değer şeyler yaşamak / şahit olmak olur. bunun sanatın her dalında olduğunu düşünüyorum; hobi olarak kendiliğinden başlayan bir şey, zaman içinde ana yaşama dürtünüz olur. belki bu da bazılarımızda yaşadıkça ölen bir şeydir, bilmiyorum.
neden böyle olduğunu ya da ne zaman düzeleceğimi, ya da düzelebileceğimi, bilmiyorum. o yüzden belirsiz bir zamana kadar kendinize iyi bakın, hoşçakalın.
22 Ekim 2018 Pazartesi
2310
23 Ocak 2018 Salı
Tanrı'nın Bahçesinde
-Yani, tanrı sen misin şimdi?
+Pek beklediğin gibi değilim sanırım.
-Biraz daha yaşlı birini bekliyordum.
+Eh, sonsuzdan gelip sonsuza giderken yaşımı betimleyecek bir form bulmam zor olurdu, ben de bu bedeni seçtim. Bol giyinmeyi severim hem - şu kovayı uzatsana.
-Yarattığın evrendense bahçe işleri daha çok ilgini çekiyor sanki.
+Yaşlı biriyim sonuçta, hem evren artık düşünebilenlerin kontrolünde. Müdahale etsem yaratmış olmamın bir anlamı kalmazdı ki.
-Yani bütün evren bize mi kaldı?
+Yalnız size değil, düşünebilenlere dedim.
-...O zaman sonsuz cennet ya da cehennem de yok?
+Hayır tabii. Ne birisi iyi bir ödül, ne ötekisi ayarında bir ceza. Size kendi kontrolünüze alabileceğiniz bir Dünya verdim, tekrar bir ödüle - cezaya neden ihtiyacınız olsun? Size iradenizi ben verdim, yaptıklarınız doğrudan benden kaynaklı. Sizi sonucunu bildiğim bir teste sokup ödül - ceza vermem anlamsız olurdu.
-Ama katiller? Hırsızlar? Çocuk tecavüzcüleri?
+Hepsini durdurmak, hepsini cezalandırmak sizin elinizdeydi. Siz bunu kullanmak istemediniz, sorumluluktan kaçtınız. Dininiz vicdanınız olmalıydı ama topu bana attınız, Tanrım, dediniz, hepsi cezasını bulacak, değil mi? Hiçbiriniz de sormadınız, Tanrı bunu neden yapsın diye.
-...Anlamadım. E sana yaptığımız ibadetler boşuna mı?
+Sence ben seni bana ibadet edesin diye mi yarattım?
-Bence mantıklı bir düşünce.
+Heh... Sen gerçekten de insansın.
-Ama neden yarattın o zaman?
+Sen neden benimle konuşuyorsan, geziyor, koşuyor, bir şeyler icra ediyorsan, o yüzden. Yapabiliyordum ve yapmak istedim, sıfatlarımdan bazılarını sana da üfledim ayrıca, yaratıcılık gibi. Sizi yapabiliyordum ve sizin de yapabildiğinizi görmek istedim ve söylemeliyim ki, yaptıklarınız beni bazen gerçekten şaşırtıyor.
-Bana o üç ilahi dinin yalan olduğunu mu söylüyorsun o zaman?
+"İlahi" mi? Ben herhangi bir din gönderdiğimi hatırlamıyorum.
-O zaman neye inanayım ki ben?
+E dedim ya ama, vicdanına inan diye... Daha fazlasına ihtiyacın yok ki. Ona inanmak da deme ayrıca, bilmek ve bilmemek de. Öyle durduğun yerden inanıyorum - inanmıyorum diyeceğine araştır bak, biliyorum - bilmiyoruma çevir onları.
-Ama ben hâlâ kötülerin cezalandırılmasını ve iyilerin ödüllendirilmesini istiyorum...
+Bak yazarcığım, bu büyük bir sistem. Senin cennetin de, cehennemin de vicdanında aslında, fark etmediysen bu kendi sorunun. Evreni yarattıktan sonra dönüp bir kez olsun bakmadım ki ben. Bir de çıkmış şizofrenin birinin asırlar evvel söylediği laflara inanıyorsunuz, ayıp be! Bırak artık birilerinden medet ummayı.
-Peki Tanrım. Bu arada ağacı çok güzel budamışsın, çok beğendim.
-Estetiğin yaratıcısı benim, ne sandın...