O gece tek başınaydı ormanın ıssızlığında, beynini tırmalıyordu bir düşünce. Karanlığa dalıyordu zaman zaman, dönüp dururken o karanlıkta, baykuşların uğultusu geliyordu kulağına. Dinledi ve gezdi saatlerce, ne bir korku, ne bir yorgunluk. Maddiyatı terk edip, soyutlaşmıştı adeta. Gün aymaya yakın, hemen önünden bir sansar geçti. Bütün gecenin yorgunluğunu o an hissetti. Tüm saçları beyazladı, kasları tutuldu bir anda. "Tamam" dedi; anlamıştı artık yapması gerektiğini. Ormanın sonuna kadar gitti ve durdu gümüş gövdeli ağacın karşısında. Diz çöktü, eğdi başını. Belki dua etti, alakası yoktu belki de. Gümüş kabuğa dokundu, yüz yıllık bir kitap misali toza döndü kabuk, yalnızca soluk bir kırmızılık kalmıştı geriye. Gurbetten dönmüşçesine bir tutkuyla girdi içeri. Kapanacaktı kabuk ama, kim bilir ne zaman? Kim bilir, belki çürüyecekti bedeni, belki karışacaktı erenlere. Kim bilir belki bir meyve olacaktı ağaçta. Kim bilir nereden girmişti zihnine ağacın aksi, kim bilir?