buraya doğru dürüst bir şey yazmayalı çok uzun bir zaman oldu ve gelen mesajlar artık kötü hissetmeme neden olduğu için size bir açıklama borçluyum sanırım. aslında sorun çok basit; yazamıyorum.
basit olduğu kadar da tuhaf aslında, yazmamak benim gerçekliğimde var olan bir yokluk olmamıştır hiçbir zaman. hayatımın yarısından çoğunda yazdım, çok basit bir insanımdır; yürürüm, görürüm, dinlerim ve yazarım. bir refleks ya da bağımlılık gibidir bu, yazarım çünkü o an orada yazmam şarttır, fakat artık yazamıyorum ve bu hayatımda yaşadığım en kötü his. bir sabah uyandığında en sevdiğin duyu organının olmaması gibi, eleştirmenin film bitmeden ne izlediğini unutması gibi, yedi yirmidört beyni uyuşmuş hâlde dolaşmak gibi, bunu yapmadan önce ne yapıyordum dediğin alışkanlığını bir günde kaybetmek gibi, iktisada aykırı bir durum bu; sınırlı kaynakların sınırsız talebe dağıtılamaması. aylardır ne aklıma yazmaya değer bir şey geliyor, ne de yarım kalmış öykülerimi tamamlayabiliyorum. beynimin yarısını bir anda kaybetmiş gibiyim ve yazamadığım bir gerçeklikte yaşamaya yaşamak bile denemez; yazamamak demek, yazmaya değer bulmamak demektir. burada ne yazdığımın ya da ne kadar kaliteli olduğunun, ya da olmadığının, herhangi bir önemi yok. önemli olan hâlâ bir şeyleri, birilerini, birileri için, kendim için, egom için, okuyanlar için yazmaya değer bulmamdır. sorsanız yine yazmaya değer şeyler var derim ama yine de yazamam. bu düşündüğümden de derin bir mevzu sanırım.
ne kadar amatör ve kötü olsam da yazarlık psikolojisinden az çok anlıyorum. önce hayatınızda ufak bir yeri vardır, sonraysa kendinizden çıkanlara bakar ve dersiniz ki aslında epey iyiler / iyi olabilirler. onları evlatlarınız gibi seversiniz. uzun bir öykü/roman yazıyorsanız her akşam hevesli hevesli oturur ve gün içinde yaşadıklarınızla harmanlayıp devamını oluşturursunuz ve zaman içinde yaşamınız yazmak ve yazmaya değer şeyler yaşamak / şahit olmak olur. bunun sanatın her dalında olduğunu düşünüyorum; hobi olarak kendiliğinden başlayan bir şey, zaman içinde ana yaşama dürtünüz olur. belki bu da bazılarımızda yaşadıkça ölen bir şeydir, bilmiyorum.
neden böyle olduğunu ya da ne zaman düzeleceğimi, ya da düzelebileceğimi, bilmiyorum. o yüzden belirsiz bir zamana kadar kendinize iyi bakın, hoşçakalın.
basit olduğu kadar da tuhaf aslında, yazmamak benim gerçekliğimde var olan bir yokluk olmamıştır hiçbir zaman. hayatımın yarısından çoğunda yazdım, çok basit bir insanımdır; yürürüm, görürüm, dinlerim ve yazarım. bir refleks ya da bağımlılık gibidir bu, yazarım çünkü o an orada yazmam şarttır, fakat artık yazamıyorum ve bu hayatımda yaşadığım en kötü his. bir sabah uyandığında en sevdiğin duyu organının olmaması gibi, eleştirmenin film bitmeden ne izlediğini unutması gibi, yedi yirmidört beyni uyuşmuş hâlde dolaşmak gibi, bunu yapmadan önce ne yapıyordum dediğin alışkanlığını bir günde kaybetmek gibi, iktisada aykırı bir durum bu; sınırlı kaynakların sınırsız talebe dağıtılamaması. aylardır ne aklıma yazmaya değer bir şey geliyor, ne de yarım kalmış öykülerimi tamamlayabiliyorum. beynimin yarısını bir anda kaybetmiş gibiyim ve yazamadığım bir gerçeklikte yaşamaya yaşamak bile denemez; yazamamak demek, yazmaya değer bulmamak demektir. burada ne yazdığımın ya da ne kadar kaliteli olduğunun, ya da olmadığının, herhangi bir önemi yok. önemli olan hâlâ bir şeyleri, birilerini, birileri için, kendim için, egom için, okuyanlar için yazmaya değer bulmamdır. sorsanız yine yazmaya değer şeyler var derim ama yine de yazamam. bu düşündüğümden de derin bir mevzu sanırım.
ne kadar amatör ve kötü olsam da yazarlık psikolojisinden az çok anlıyorum. önce hayatınızda ufak bir yeri vardır, sonraysa kendinizden çıkanlara bakar ve dersiniz ki aslında epey iyiler / iyi olabilirler. onları evlatlarınız gibi seversiniz. uzun bir öykü/roman yazıyorsanız her akşam hevesli hevesli oturur ve gün içinde yaşadıklarınızla harmanlayıp devamını oluşturursunuz ve zaman içinde yaşamınız yazmak ve yazmaya değer şeyler yaşamak / şahit olmak olur. bunun sanatın her dalında olduğunu düşünüyorum; hobi olarak kendiliğinden başlayan bir şey, zaman içinde ana yaşama dürtünüz olur. belki bu da bazılarımızda yaşadıkça ölen bir şeydir, bilmiyorum.
neden böyle olduğunu ya da ne zaman düzeleceğimi, ya da düzelebileceğimi, bilmiyorum. o yüzden belirsiz bir zamana kadar kendinize iyi bakın, hoşçakalın.
seni aramızda görmek hiç hoş değil :'(
YanıtlaSil