"Sanırım haklısın. Yapacak bir şeyimiz kalmadıysa gel şu liman kentlerinden birine gidelim. Senin yosunlardan iyi yem olur. Becerebilirsem olta da yaparım."
"Tamam. Şu karaçalıyı yolayım geliyorum. Bunun haşlaması da pek tatlı olur."
"Yine bizi zehirleme de."
Eh, kimse anasının karnından şifacı çıkmıyordu sonuçta.
Kil bıçağını çıkarıp karaçalıyı kesmeye koyuldu. İşlevsel bir bıçak sayılmazdı, keskin de değildi. Ama Marel, topraktan geleni toprakla kestiğinde ormanın daha az incineceğini düşünüyordu.
Çalıyı kesmeyi hemen hemen bitirmişken;
"Kardeşim, sanırım bir çeşit kilit buldum.
Haklıydı. Yapboz misâli çizgilerle altı parçaya ayrılmış bir boşluk duruyordu karşılarında. Altında da bir şiir. Belki bir bilmece:
"Uzak zamanlarda, Mastria'da
Bir günah işledi Diyar Gardiyanı
Yaktı kanıtları, bir defter dışında
Gömdü buraya, unutulmak umuduyla
Mühürledi kapıyı, altı kayıp parçayla
Çekildi diyardan, bir umursamazlıkla
Dağıldı parçalar, her yöne bir parça
Ve anayurduna da iki parçayla"
"İmkânsızdır ilk parçayı ayık bulmak
İçmelisiniz şarabı, çamçak çamçak
Düşerken günbatımında, Güneş'in Surları
Bulacaksınız Doğu'nun Parçası'nı
Atılmayın serüvene, bir anlık galeyanla
Doğru okuyun yazanları, aman ha!
Bekler ıssız acunda karanlık mezarlar
Onlara koşacak toy savaşçılar"
"Ne saçma şey!" diye haykırdı Ishbar. Böyle çetrefilli bilmeceler ona göre değildi. Aptal biri sayılmazdı ama vakitleri kısıtlıydı, yiyecekleri azdı ve...
Tamam, birazcık aptal olabilirdi.
"Senin gibi bir kaskafanın anlamasını beklememiştim zaten."
"Anlamadığımı nereden çıkardın? Her şey gün gibi ortada! Güneş Surları doğu sınırı Sapara'ya bir gönderme olmalı. Oradaki gizemli obeliskleri duymadın mı? Bir açılıp bir kapanan?"
"O obeliskler yüzyıllardır kimseye görünmedi."
"Bulmacanın parçaları gibi."
Ve iki kardeşin sonu belirsiz maceraları işte böyle başladı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder