31 Ekim 2016 Pazartesi

Hekzagon - 2

  "Sanırım haklısın. Yapacak bir şeyimiz kalmadıysa gel şu liman kentlerinden birine gidelim. Senin yosunlardan iyi yem olur. Becerebilirsem olta da yaparım."
  "Tamam. Şu karaçalıyı yolayım geliyorum. Bunun haşlaması da pek tatlı olur."
  "Yine bizi zehirleme de."
  Eh, kimse anasının karnından şifacı çıkmıyordu sonuçta.
  Kil bıçağını çıkarıp karaçalıyı kesmeye koyuldu. İşlevsel bir bıçak sayılmazdı, keskin de değildi. Ama Marel, topraktan geleni toprakla kestiğinde ormanın daha az incineceğini düşünüyordu.
  Çalıyı kesmeyi hemen hemen bitirmişken;
  "Kardeşim, sanırım bir çeşit kilit buldum.
  Haklıydı. Yapboz misâli çizgilerle altı parçaya ayrılmış bir boşluk duruyordu karşılarında. Altında da bir şiir. Belki bir bilmece:
  "Uzak zamanlarda, Mastria'da
  Bir günah işledi Diyar Gardiyanı
  Yaktı kanıtları, bir defter dışında
  Gömdü buraya, unutulmak umuduyla

  Mühürledi kapıyı, altı kayıp parçayla
  Çekildi diyardan, bir umursamazlıkla
  Dağıldı parçalar, her yöne bir parça
  Ve anayurduna da iki parçayla"

"İmkânsızdır ilk parçayı ayık bulmak
  İçmelisiniz şarabı, çamçak çamçak
  Düşerken günbatımında, Güneş'in Surları
  Bulacaksınız Doğu'nun Parçası'nı

  Atılmayın serüvene, bir anlık galeyanla
  Doğru okuyun yazanları, aman ha!
  Bekler ıssız acunda karanlık mezarlar
  Onlara koşacak toy savaşçılar"

  "Ne saçma şey!" diye haykırdı Ishbar. Böyle çetrefilli bilmeceler ona göre değildi. Aptal biri sayılmazdı ama vakitleri kısıtlıydı, yiyecekleri azdı ve...
  Tamam, birazcık aptal olabilirdi.
  "Senin gibi bir kaskafanın anlamasını beklememiştim zaten."
  "Anlamadığımı nereden çıkardın? Her şey gün gibi ortada! Güneş Surları doğu sınırı Sapara'ya bir gönderme olmalı. Oradaki gizemli obeliskleri duymadın mı? Bir açılıp bir kapanan?"
  "O obeliskler yüzyıllardır kimseye görünmedi."
  "Bulmacanın parçaları gibi."
  Ve iki kardeşin sonu belirsiz maceraları işte böyle başladı...
 
 

29 Ekim 2016 Cumartesi

Tanrı'nın Eğlencesi

  O sabah cennetten öfkeli bir haykırış duyuldu:
-Noel Baba'yı çağırın bana!
-Hemen Yarabbi!
  Uzunca bir süre bekledi Tanrı. Sıkıntıdan bulutları tekmeliyor, oraya buraya kıyamet alametleri göndererek insanları korkutuyordu. Tanrı'nın tuhaf bir espri anlayışı vardı.
-Vally, nerede bu aksakalına tükürdüğüm!
-Şu sıralarda uyuyor olmalıydı, dedi Saint Valentine. Biliyorsun, bu gece noel var.
-Konu da o ya zaten..
  Sonunda, Noel Baba geldi:
-Buyur Ya Rab!
-Bu gece hediye dağıtmayacaksın Santa.
-F..Fakat nasıl olur? Tüm hediyeleri hazırladım bile! Uçuş rotamı da çizdim. Kendime yeni geyikler bile aldım!
-Uçmayacaksın işte! Ben bu insanlardan bıktım artık. Şurada oğlumun doğumunu kutluyoruz, evime geleceklerine pavyonlara gidiyorlar! Zoruma gidiyor artık Sam..
-Zaten yılın 364 günü gazabın üzerlerinde değil mi? Bırak bir gün de eğlensinler be adam!
  Tanrı bir alev hortumu gönderdi.
-YIKIL KARŞIMDAN YAKMAYAYIM ŞU SAKALINI!
  Noel Baba cübbesinin eteklerini söndürerek dışarı çıkarken bulutlu salona İsa girdi:
-Tamam Baba, yetişkinler seni unutmuş zevk-ü sefâ peşindeler. Ama çocuklar? Hele de fakir çocuklar?
-Fakirlermiş.. En çok da onlar canımı sıkıyor zaten! Ben size gücünüzü kuvvetinizi vermişim, hala burjuvaların, yöneticilerin karşısında koyun gibi eğiliyorlar. O kadar bereketli bir dünya yaratmışım, tadını çıkarmıyorlar! Santa'yı geri çağır bana, aklıma bir şey geldi.
  Santa gelir:
-Fikrini değiştirdin mi Ya Rab?
-Hayır. Bütün oyuncaklarını buraya getir, ana karnında ölenlere dağıtacağım.
-Tamam Ya Rab.
-Dur, diyeceklerim bitmedi daha. Bu gece yine evlere gideceksin, ama o pabuçları doldurmak yerine duvardan sökeceksin! Elin değmişken ağaçları da alıp ormana götürüver hatta; Mikail'e söyleriz, diker.
-O kadar pabucu ne yapacağım peki?
-Toptancılara sat gitsin. Sen de bu geceki zararını kapatmış olursun!

28 Ekim 2016 Cuma

Hekzagon - 1

  "Yine çıkmaza girdik."
  Bu, kasabayı terk ettiklerinden beri girdikleri beşinci zindandı ve hala tek sikke bulamamışlardı. Her seferinde umutları kırılıyor, geri dönme istekleri artıyordu. Başlamadan bitecek miydi bu macera?
  "Yakında azığımız da bitecek. O zaman ne yapacaksın acaba?"
  Kız kardeşinin sorusu, oğlanı can evinden vurdu. Onu bu işe zorla sokmuştu, lakin tamamen kardeşinin eline bakıyordu. Büyük kardeş, hırslı ve girişken olmasına rağmen kasabalının deyişiyle bir kazmaydı. Bütün yedikleri, kızın oradan buradan topladığı bitki kökleri ve mantarlardı. Yaban mersini diye çobanboğan yediklerinden beri meyvelerden uzak duruyorlardı.
  "Geri dönmek için hala geç değil. Bu gidişle buna mecbur kalacağıza benzer."
  Kız, ağabeyinin üzerine çok gittiğini fark etti. Ne çıkardı tüm gün inek misâli ot yesek?
  Tamam, biraz abartmış olabilirdi.
  "Senin ağzın neler söyler? Ben senden plan istedim, sen ise dönmekten bahsediyorsun! O cadıyla yaşamaya benden fazla katlanabilirmişsin gibi.."
  O cadı..
  Matresse yerlisi bir meyhanecinin iki çocuğuydu onlar. Annelerini hiç tanımadılar. Sanki bir anda hafızalardan uçmuşçasına, kimse onun hakkında bir şey bilmiyordu. Babalarına sordukları tüm sorular cevapsız kalıyordu.
  Bahsettikleri cadı ise kasabaya altı ay önce gelen Yosma Tarine'di. Tabii kimse bunu yüzüne söylemeye cesaret edemezdi.
  Kadın, bir çarşamba akşamı doğudan tek başına gelmişti. Nasıl olurdu! Doğuda fersahlarca Tarabal Çölü uzanıyordu, bırakın tek başına geçmeyi, buna kalkışan kervanlar işin sonunda yarı yarıya azalmış olurdu. Altı ay önce o çarşamba akşamı geldiğinde vurulmuştu kadına babaları Vulgar. Çocuklar kendilerini bildiler bileli kimseye el uzatmamıştı bu adam. İşin içinde büyü olduğundan şüpheleniyorlardı.
  Eve geldiğinden beri olanlar da bunu doğrular nitelikteydi. Kafayamultan Vulgar gitmiş, bir süt oğlanı gelmişti sanki. O hareketli adam yatak odasından çıkmaz oldu. Hâliyle meyhaneye bakmak bizim Kazma Ishbal'e, ev işleri küçük kardeş Marel'e kalmıştı. Zaten kadının da odadan çıktığı pek görülmezdi. Artık ne yapıyorsa..
  Tipiyle de sağlam kazık sayılmazdı bu kadın. Çingenelerin esmerliğine sahipti. Kulaklarına ne idüğü belirsiz ufak hayvan kemikleri takar, boynundan aslan çenesini eksik etmezdi. Her daim bir geceliği andıran kuzgun tüyü elbisesini giyerdi. Kapkara göz halkalarını tamamlayan aynı karalıkta davetkâr dudakları ve beline gelen düz saçlarıyla istenmediği kadar arzulanan bir kadındı.
  Geldiği hafta Vulgar'la evlenince kimsenin buna cesaret edecek zamanı olmadı tabii. O günden sonra da belleri doğrulmadı zaten. Ishbal kendini zorluyordu fakat ergenlikten olacak, eline geçen eşya sağlam kalmıyordu. Akıncı olan amcasıyla kılıç antrenmanları yapardı bir zamanlar. Amcası Kuzey İllerine gidip dönmeyince o da caymıştı böyle şeylerden. Tarih ve savaşlar daha çok ilgisini çekiyordu. Büyük ve unutulmaz bir komutan olmalıydı. Kahrolası küçük bir kasabanın ayyaş bekçisi değil.
  Öte yandan ondan yalnızca iki dakika küçük kardeşi Marel, kendini şifacılıktan alıkoyduğu için kızgındı cadıya. Sürekli yaptığı ev işleri bir yana, Tarine ondan sürekli küçük hayvanların uzuvlarını istiyor, bunlarla ne yaptığı meçhul kalıyordu. Oysa Marel doğa dostu bir pagandı. Nedensizce hayvanları incitmek ona tersti.
  Artık patlama noktasına gelen ikilimiz, bir pazar sabahı babalarına veda ederek terk ettiler evlerini.