mezarlıklar bana hep tuhaf gelmiştir. ne zaman bir mezar ziyaretine gitsem etrafıma bakarım. genelde kimse olmaz ama böyle bayramlarda da pek bir dolu olur. insanlar yaşarken de bayramdan bayrama gördükleri ebeveynlerinin alışkanlıkları bozulmasın istiyor sanırım.
herkes elinde bir yasin, bir kuran, dua kitabı falan taşır. taşısınlar, okumasınlar demiyorum tabii ama bunu herkes tekrarlayınca monoton bir prosedürden fazlası olmuyor ki bu ziyaretler. ne okuduğunu da bilmiyorsun ki zaten dingil. neyse.
hele yakın zamanda bir yakınınız öldüyse bu ziyaretler daha da tuhaflaşır. ortamdaki hava hüzünlüden çok, tuhaftır işte. daha bir yıla kadar yanınızda olan insanla hiçbir şekilde iletişim kuramıyor olmak insana olasılık dışı gelir. ölüm insana yakın olduğu kadar uzaktır da. bugün gidemediğimiz yerler olunca açıp fotoğraflarına bakıyoruz, gezenleri dinliyoruz. ölümde böyle bir şansımız olmadığından da, kabullenemiyor insan, mantıksız geliyor. insan, tecrübe edilemeyenin yabancısıdır.
bir de mezar sulama muhabbetinin hastasıyım. arkadaş bir de sıra vardı ki bugün, yarım saat bekledim bir teneke doldurmak için. o da yarım saatte doldu zaten.
bunu insanlar neden yapıyor, ben neden yapıyorum, bilmiyorum açıkçası. toprak lan işte. tarla mı ekeceksin üstüne, ot çiçek olmasa ne fark eder?
yine de en çok hoşuma giden doğumu hicri, ölümü miladi yazılan mezarlar sanırım. oğlum insan bir hesaplar lan. kimlikte yazanı geçirmiş direkt davar.
bak bugün de bir arkadaşımın adını gördüm mezar taşının birinde, arkadaşım doğmadan iki yıl önce ölmüştü. öldükten sonra ruhunu çaldığı fikriyle çok eğlendim orada. bakmayın oğlum öyle, ağlamakla gülmek kardeş demedik mi?
mezarlıkları severim sonuç olarak. öyle sevdiklerimle son bir buluşayım tarzı romantik nedenlerden değil, bir bakıma eğlenceli bir yer. hem selviler de iyi kafa yapıyor.
sen kilitle kapıyı bekçi dayı, işim bitince ben çitlerden atlarım.
31 Ağustos 2017 Perşembe
mezarlık
28 Ağustos 2017 Pazartesi
Mola - 2/2
ne kadar pek fanı olmasam da, hepinizin kurban bayramını kutlarım! hayatım şu sıralar ev ve dershane arasında geçtiğinden yazı yazmaya pek odaklanamıyorum, o yüzden de biraz dandik bir son çıktı ve anlayacağınız üzere aceleyle yazayım yollayayım kafasıyla yazıldı. yine de yazı yazıdır.
bitsin aq hikayesi.
-------------------------------------------------------
Artık insan görüyor olmanın verdiği rahatlamayla içeri girerken adamın aklından geçen ilk düşünce mekanı kes amına koyayım oldu. Tepedeki tek floresan aydınlatmayı unutmuş, öylesine cızırdıyordu. Yine de az çok iş görüyor olacak ki içinde bir sinek soykırımı yaşanmış gibiydi. Yerlerde arası kirden gözükmeyen sarı fayanslar vardı, emin olmamakla birlikte bir zamanlar beyaz olma ihtimalleri de vardı tabii. Kasadaki cılız, sivilceden yüzü gözükmeyen ergen, gelen müşteriye dalacakmış gibi bakıyordu. Sağ elindeki telefona bakılırsa adam, çocuğun sevgilisiyle mesajlaşmasını falan bölmüştü. Hormondan kanı beyaz aktığı için, kızması pek tuhaf değildi. Çocuğun önündeki büfeye çorbalar dizilmişti. Mercimek içine balgam atılmış gibi bir yeşildi, işkembenin içinde yüzen turuncu şeyin ne olduğu hakkında da bir fikri yoktu. Yanlarında ne olduğuna anlam veremediği bir çorba daha vardı, açık sarıydı ve üzerinde kara kara noktalar geziyordu. Köşede de böyle ortamların olmazsa olmazı küçük ekran tüplü televizyon vardı, yayında da ne yayınladığı belli olmayan yerel bir kanal, tabii. Mekanı kes amına koyayım.
Ne alırsın abimm?
O ne samimiyet lan öyle? Abisi gurbetten gelse öyle yavşamaz puşt. Neyse, hadi bakalım.
Mercimek çek.
Abi gelirken uzakta görmüş bizim pompacı seni, eline alıyormuşsun az daha ahuahuahauha!
Yüz kilometre yolda tek tesis var, onlara da naklen yayın yaptık.
Zevzeklenme çorbayı getir!
Ergen garson efendi yüzünü asıp gitti. Gebersin pezevenk diye düşündü adam.
Bir yandan da doğru söylüyordu ama çocuk, eline almasına ramak kalmıştı.
Şanzımanı yani.
Buradan çıkınca arabaya biner, şöyle bir iki saat uyurum diye düşündü. Az yolu kalmıştı ama göte gelmek de istemiyordu.
Bekle allah bekle, gelmedi adamın çorbası. Masadaki plastik örtüyü çeke çeke genişletmişti.
Oğlum bizim bi mercimek vardı!
Önce cevap gelmedi, az sonra çocuk elinde çorbayla çıkageldi. Pezevenk.
Mercimek kötüydü. Öyle böyle değil, ciddi ciddi kötüydü yani. İte versen it içmez. Öyle ki, yarısına gelmeden tıkandı bizim adam. Televizyon da çok baymıştı zaten, hesabı ödeyip çıktı.
On liraya mercimek mi olur lan? Bari bir boka benzeseydi...
Benzin için de ruhunu satıp arabaya bindi.
Litresi 4.88'e motorin mi satılır lan? Bu devlet de adam silkeliyor...
Arabayı kenara park edip koltuğu yatırdı, biraz fazla zorlayınca kırdığından korktu ama bir şey olmadı. Uzanıp rahatsız ama gerekli bir uykuya daldı.
Uyandığında hava karanlıktı ama adam bok yemiş gibiydi, o kadar az uyumuş olamam diye düşündü. Arabadan çıkıp lokantaya girdi. Etrafa biraz göz attı, mekanda hiçbir değişiklik yok gibiydi.
Ne alırsın abimm?
Noluyor ulan?
Abi gelirken uzakta görmüş bizim pompacı seni, eline alıyormuşsun az daha ahuahuahauha!
8 Ağustos 2017 Salı
Bu Aralar Ne İzliyorum - Koroshiya 1
Ichi, artık hipnotize mi ettiler başına saksı mı düştü bilmiyorum ama geçmişini hatırlamayan biridir. Zaman olur mafyadan <Anjo değil> biri bunu alır ve geçmişte bazı kötü olaylar yaşadığına <spoiler olmasın> inandırır, bizim Ichi de sadist bir manyak olur çıkar. Manyaklığı nerede derseniz, adam tuttuğu fahişeye tecavüz etmesi için birini ayarlayıp bunu izleyerek kendini tatmin ediyor. Peki bu adam Ichi'yi sevaptır diye mi yanına aldı, tabii ki hayır. Çocuğu geçmişinde zorbalar tarafından tartaklandığına inandırdı ve öldürmesini istediği insanlara da zorba bunlar dedi, Ichi de eyvallah dedi.*Yakuza : Japon mafyası.
23 Ocak 2003
2001 - Japonya , Hong Kong , Güney Kore
Aksiyon , Dram , Gerilim , Komedi , Korku , Suç
117 Dak.
Takashi Miike
Tadanobu Asano , Paulyn Sun , Suzuki Matsuo , Shinya Tsukamoto , Shun Sugata
Hideo Yamamoto , Sakichi Sato
Akiko Funatsu , Toshiki Kimura