30 Aralık 2016 Cuma

Bir Tavsiye



 http://radio.garden/live 

  Şimdi bu siteye giriyorsunuz. İstediğiniz radyo yayınına canlı olarak ulaşıyorsunuz.
  Florida'nın oralarda Smooth Jazz var. Yatırım tavsiyesidir.


29 Aralık 2016 Perşembe

Tebessüm

Güldü adam.
Gülme de denemezdi aslında, yolda aklınıza o kadar da komik olmayan ama o an dünyanın en eğlenceli olayı gibi gelen bir şey gelir de gülmek için yoldaki güruhtan birini seçersiniz ya, öyle tebessümümsü bir gülüştü bu da. Hedefi de karşıdan gelen, saçı sakalı yekpareleşmiş, ilk bakışta Raskolnikov'u andıran solgun suratlı bir öğrenciydi; öğrenci olduğunu aynı anda sırt çantası ve klasör taşımasından anlamıştı. Anlayacağınız üzere adamın özellikle o öğrenciye gülümsemek için özel bir çabası yoktu, denk gelmişti sadece. Ama eyleme geçtiğinizde niyetinizin bir önemi kalmaz zaten.
Adamın gülüşüyle afalladı genç; pek genç diyemezdik gerçi ya, her öğrenci gençtir benim gözümde. Tüm düşündükleri uçtu gitti aklından. Sevgilisi mi terk etmişti? Ev sahibi kapıya mı koymuştu? Yine mi bütünlemeye kalmıştı? Hatırlayamadı bir süre ve umursamadı da. Etrafa bakarak ama izlemeyerek geçti gitti içinden leş kokan kalabalığın. Dışarı çıktığında aklında eski yurt arkadaşının yanına uğramak vardı. Şimdilerde eve çıkmıştı ve belki o da sebeplenebilirdi. Pek samimi değillerdi gerçi, yine de umut fakirin ekmeği. Bunların bilincinde olarak dönmesi gereken sokağı geçti gitti bir göz atmadan. O gülümseme, adamın suratındaki alaycı ifade beynini uyuşturmuştu sanki. Yoksa hüzünlü müydü ifadesi?
"Neden gülümsedi ki?" dedi kendi kendine. Hiç tanımadığı bir adam yolda özellikle ona bakarak kafaya alırcasına gülmüştü; belki de hüzünlüydü gülüşü? Ne anlam çıkarmalıydı bundan? Çok mu eski modaydı üzerindekiler? Komik mi duruyordu sakalı? Yoksa şapkası mı eğreti duruyordu? Belki bu yaşta sırtta çanta elde klasör dolaşması komik gelmişti? Birden içinde bir öfke kabardı adama karşı. Ona neydi kılığından? İsterse ömür boyu okurdu bile! Adamı bulup haddini bildirmek için geri döndü ve sokağın karşısına geçmek için yola adımını attı. Aynı sırada kulağına acı bir fren sesi geldi.
"Heh!" dedi adam. "Ne fıkraydı ama!"

22 Kasım 2016 Salı

Hekzagon - 4

  Günün Şarkısı - Rika Muranaka / The Best Is Yet to Come

-------------------------------------------------------------------

  Bu yalnızca bir efsane tabi. Birçokları inanmaz bile. Yine de bazen insan en saçma umutlara bile tutunma ihtiyacı hisseder.
  "O çöl hakkında anlatılanların yarısı asılsız yarısı abartıdır kardeşim, korkmasın gözün. Alt tarafı kum işte. Geçmek ne kadar zor olabilir ki?"
  Yalan.
  "Yine de her şekilde yemeğe ve bineğe ihtiyacımız var. Hem duyduğuma göre çöl sınırında siyah camdan kılıç yapan ustalar varmış, bir kestiğin daha da iflah olmaz diyorlar. Görmek isterim doğrusu."
  "Hele bir ormanı geçelim de."
  Çıktıkları yer olan Matresse, güney ili Nosaires'in kuzey sınırındaydı. Kuzeye doğru ormanlar sıklaşıyor, doğuya doğru ise orman yerini bozkıra bırakıyor, sonunda çöl başlıyordu. Çıktıklarından beri bir kez olsun doğuya varmamışlardı ve her daim ormanın içindeydiler. Ormanlar nemli ve bunaltıcıydı. Her adım için ayrı bir çaba sarf ederdiniz ve bacaklarınız kurşuna dönüşürdü. Sürekli terlemeden mütevellit asla suya kanamazdınız. Tek zorluk bu değildi tabi. Ağaçlardan gün ışığını bile zor görüyorlardı. Orman canlıydı, hareket ediyordu ve kendi içinde labirentler oluşturuyordu. Ormanın haritasını çıkaramazdınız, toprağı bile göremezdiniz; sarmaşıklar sarmıştı dört bir yanı. Üzerinde çok kalırsanız sizi yutardı bile.
  Tanrım, buradan çıkmak için gerçekten can atıyor olmalıydılar.
  Ormanın içinde 3 saat daha gittiler. Bu süre içinde dodolarla ve gözlü çalılarla ve kör baykuşlarla ve şu yerden bitme kanatsız çığırtkan kuşlarla ve envai çeşit bitkiyle karşılaştılar - abisi Marel'in toplamasına izin vermedi tabi. Bu kadar çok gitmiş olmaları hayra alamet değildi, bir saat önce varmış olmaları gerekirdi.
  "Sana diyorum işte, yanlış yöne gidiyoruz."
  "Pusulam yalan mı söylüyor yani?"
  "Hatırlatmak isterim ki kardeşim, onu çöplükte buldun."
  "Ne olmuş yani, baksana takır takır çalış-"
  Etrafları etten duvarla sarıldı bir anda.
  "KIPIRDAMAYIN!"

3 Kasım 2016 Perşembe

Hekzagon - 3

  "Demek Sapara'ya gideceğiz."
  Evden çıktıktan sonra kuzeye ilerlemişlerdi ve planları bu yolda başkente kadar gitmekti. Şimdi ise bu bulmaca işi planlarını bozmuştu. Hele arada Tarabal Çölü olunca daha bir caymışlardı yolculuktan. Fakat kayıp defteri bulma ihtimali çok cezbediciydi.
  Sanırım önce defterin kökeninden bahsetmek lazımdır.
  Bundan çok uzun zaman önce dünyada 'insan' diye bir varlık yoktu. Dünya; ormanlarda elflerin, denizlerde yüzgeçlilerin, dağlarda orkların ve o zamanlar bir yaşam olanı olan 'zindan'larda devasa kazıcıların yaşadığı bir gezegendi. Belli bir krallığın veya düzenin olmadığı bu coğrafyada asayişi Diyar Gardiyanı Castiel sağlıyordu. Castiel, gücünü Doğanın Tanrısı Alathriel'den alan, yarı ayı yarı maymun, heybetli ve zeki bir mahluktu. Dünya ise Bilge Tanrıça Astera'nın deney alanıydı. Astera bin yıllar boyunca Dünya'yı istediği forma sokmuş, istediği mükemmel canlıları yaratmış ve başarısız deneyler ürünü çıkan hilkat garibelerini yok etmişti. Son olarak sadece bu Dünya'yı korumak kalmıştı, bu da Alathriel'in işiydi.
  Hem dış hem iç etkenlerden koruma işi.
  Astera'nın onun iradesi dışında bir gezegen yaratması Tanrıların Babası Ulk'un hoşuna gitmese de müsaade etmişti. Pek zeki değildi ve -yalan olmasın- bu deney onun da hoşuna gitmişti. Ama canlılar yaratması çizgiyi bir miktar aşmıştı.
   Dünya'yı yok etmeyi denedi önce, ama Castiel Alathriel'in kutsal mührü ile kutsanmıştı. O orada oldukça ölümsüzler zarar veremezdi.
  Birkaç başarısız denemeden sonra, Dünya'yı içten fethetmeye karar verdi. Bunun için öte alemlerin dilberi Nymph'i Dünya'ya yolladı.
  Siyah saçlı bir elf kızı kılığında gitti Castiel'in yanına. Kıyafetleri parçalanmıştı, kanlar akıyordu her yanından.
  "Sen" diye haykırdı Castiel'e. "Sen misin bu diyarın gardiyanı? Sen misin bu zulme göz yuman? Sen misin yücelerin yarattığı yüce varlık? Sen misin yüksek adaletin sağlayıcısı? Şu halimin adalet olduğuna inanan sen misin? Ya halkımın katline göz yuman? Korumaktan anladığı izlemek olan mısın sen? Zulmün düşmanı, mazlumun dostu yüce Castiel! Sen bu kahrolası Dünya'daki en zalim varlıksın." Sözlerini bitirdikten sonra yere yığıldı ve bir daha kalkmadı.
  Önce şaşırdı Castiel. Kıza baktı. Kafasını göğe kaldırdı ve haykırarak ağlamaya başladı. Sonra öfkelendi ve etrafı yakıp yıkmaya başladı. Ork kabilelerini kuruldukları dağların eteklerine döktü. Yüzgeçlileri zehirli sularda boğdu. Kazıcıların evleri onlara mezar oldu. Elf kasabalarını yerle yeksan etti ve o güzel kanatlı ejderhaların kemiklerini söktü.
  Olanları Alathriel'e anlattı uzun uzun. Görevi bırakmak istediğini söyledi. Buna layık olmadığını, zalim bir hayvandan fazlası olmadığını söyledi. Sözleri bittiğinde uzun bir sessizlik oldu. Alathriel bir tokatla yere devirdi Castiel'i. Elflerin saçı siyah olmazdı. Nymph'in oyununa gelecek kadar saf olduğuna inanamıyordu.
  Olanları anladığında her şeye olan inancını kaybetti Castiel. Bir zindana kapattı kendini ve her şeyi kara kaplı defterine yazdı. Mührü kırdı ve o an Dünya boyut değiştirmeye başladı. Eskinin varlıkları deforme oldu. Orman elfleri kısalıp aptallaştı, insan oldu. Boş kalan dağlar aciz goblinlerle doldu. Gökyüzünün incisi wyvern'ler, uçmak bilmez sürüngenler oldu. O güzel kanatlı ejderhalar hiç var olmamacasına yok oldu. Tek kıta parçalandı, ateş ve suyla doldu.
  Tanrılar Dünya'yı terk etti. Eskinin Mastria'sı, Aerth oldu.

31 Ekim 2016 Pazartesi

Hekzagon - 2

  "Sanırım haklısın. Yapacak bir şeyimiz kalmadıysa gel şu liman kentlerinden birine gidelim. Senin yosunlardan iyi yem olur. Becerebilirsem olta da yaparım."
  "Tamam. Şu karaçalıyı yolayım geliyorum. Bunun haşlaması da pek tatlı olur."
  "Yine bizi zehirleme de."
  Eh, kimse anasının karnından şifacı çıkmıyordu sonuçta.
  Kil bıçağını çıkarıp karaçalıyı kesmeye koyuldu. İşlevsel bir bıçak sayılmazdı, keskin de değildi. Ama Marel, topraktan geleni toprakla kestiğinde ormanın daha az incineceğini düşünüyordu.
  Çalıyı kesmeyi hemen hemen bitirmişken;
  "Kardeşim, sanırım bir çeşit kilit buldum.
  Haklıydı. Yapboz misâli çizgilerle altı parçaya ayrılmış bir boşluk duruyordu karşılarında. Altında da bir şiir. Belki bir bilmece:
  "Uzak zamanlarda, Mastria'da
  Bir günah işledi Diyar Gardiyanı
  Yaktı kanıtları, bir defter dışında
  Gömdü buraya, unutulmak umuduyla

  Mühürledi kapıyı, altı kayıp parçayla
  Çekildi diyardan, bir umursamazlıkla
  Dağıldı parçalar, her yöne bir parça
  Ve anayurduna da iki parçayla"

"İmkânsızdır ilk parçayı ayık bulmak
  İçmelisiniz şarabı, çamçak çamçak
  Düşerken günbatımında, Güneş'in Surları
  Bulacaksınız Doğu'nun Parçası'nı

  Atılmayın serüvene, bir anlık galeyanla
  Doğru okuyun yazanları, aman ha!
  Bekler ıssız acunda karanlık mezarlar
  Onlara koşacak toy savaşçılar"

  "Ne saçma şey!" diye haykırdı Ishbar. Böyle çetrefilli bilmeceler ona göre değildi. Aptal biri sayılmazdı ama vakitleri kısıtlıydı, yiyecekleri azdı ve...
  Tamam, birazcık aptal olabilirdi.
  "Senin gibi bir kaskafanın anlamasını beklememiştim zaten."
  "Anlamadığımı nereden çıkardın? Her şey gün gibi ortada! Güneş Surları doğu sınırı Sapara'ya bir gönderme olmalı. Oradaki gizemli obeliskleri duymadın mı? Bir açılıp bir kapanan?"
  "O obeliskler yüzyıllardır kimseye görünmedi."
  "Bulmacanın parçaları gibi."
  Ve iki kardeşin sonu belirsiz maceraları işte böyle başladı...
 
 

29 Ekim 2016 Cumartesi

Tanrı'nın Eğlencesi

  O sabah cennetten öfkeli bir haykırış duyuldu:
-Noel Baba'yı çağırın bana!
-Hemen Yarabbi!
  Uzunca bir süre bekledi Tanrı. Sıkıntıdan bulutları tekmeliyor, oraya buraya kıyamet alametleri göndererek insanları korkutuyordu. Tanrı'nın tuhaf bir espri anlayışı vardı.
-Vally, nerede bu aksakalına tükürdüğüm!
-Şu sıralarda uyuyor olmalıydı, dedi Saint Valentine. Biliyorsun, bu gece noel var.
-Konu da o ya zaten..
  Sonunda, Noel Baba geldi:
-Buyur Ya Rab!
-Bu gece hediye dağıtmayacaksın Santa.
-F..Fakat nasıl olur? Tüm hediyeleri hazırladım bile! Uçuş rotamı da çizdim. Kendime yeni geyikler bile aldım!
-Uçmayacaksın işte! Ben bu insanlardan bıktım artık. Şurada oğlumun doğumunu kutluyoruz, evime geleceklerine pavyonlara gidiyorlar! Zoruma gidiyor artık Sam..
-Zaten yılın 364 günü gazabın üzerlerinde değil mi? Bırak bir gün de eğlensinler be adam!
  Tanrı bir alev hortumu gönderdi.
-YIKIL KARŞIMDAN YAKMAYAYIM ŞU SAKALINI!
  Noel Baba cübbesinin eteklerini söndürerek dışarı çıkarken bulutlu salona İsa girdi:
-Tamam Baba, yetişkinler seni unutmuş zevk-ü sefâ peşindeler. Ama çocuklar? Hele de fakir çocuklar?
-Fakirlermiş.. En çok da onlar canımı sıkıyor zaten! Ben size gücünüzü kuvvetinizi vermişim, hala burjuvaların, yöneticilerin karşısında koyun gibi eğiliyorlar. O kadar bereketli bir dünya yaratmışım, tadını çıkarmıyorlar! Santa'yı geri çağır bana, aklıma bir şey geldi.
  Santa gelir:
-Fikrini değiştirdin mi Ya Rab?
-Hayır. Bütün oyuncaklarını buraya getir, ana karnında ölenlere dağıtacağım.
-Tamam Ya Rab.
-Dur, diyeceklerim bitmedi daha. Bu gece yine evlere gideceksin, ama o pabuçları doldurmak yerine duvardan sökeceksin! Elin değmişken ağaçları da alıp ormana götürüver hatta; Mikail'e söyleriz, diker.
-O kadar pabucu ne yapacağım peki?
-Toptancılara sat gitsin. Sen de bu geceki zararını kapatmış olursun!

28 Ekim 2016 Cuma

Hekzagon - 1

  "Yine çıkmaza girdik."
  Bu, kasabayı terk ettiklerinden beri girdikleri beşinci zindandı ve hala tek sikke bulamamışlardı. Her seferinde umutları kırılıyor, geri dönme istekleri artıyordu. Başlamadan bitecek miydi bu macera?
  "Yakında azığımız da bitecek. O zaman ne yapacaksın acaba?"
  Kız kardeşinin sorusu, oğlanı can evinden vurdu. Onu bu işe zorla sokmuştu, lakin tamamen kardeşinin eline bakıyordu. Büyük kardeş, hırslı ve girişken olmasına rağmen kasabalının deyişiyle bir kazmaydı. Bütün yedikleri, kızın oradan buradan topladığı bitki kökleri ve mantarlardı. Yaban mersini diye çobanboğan yediklerinden beri meyvelerden uzak duruyorlardı.
  "Geri dönmek için hala geç değil. Bu gidişle buna mecbur kalacağıza benzer."
  Kız, ağabeyinin üzerine çok gittiğini fark etti. Ne çıkardı tüm gün inek misâli ot yesek?
  Tamam, biraz abartmış olabilirdi.
  "Senin ağzın neler söyler? Ben senden plan istedim, sen ise dönmekten bahsediyorsun! O cadıyla yaşamaya benden fazla katlanabilirmişsin gibi.."
  O cadı..
  Matresse yerlisi bir meyhanecinin iki çocuğuydu onlar. Annelerini hiç tanımadılar. Sanki bir anda hafızalardan uçmuşçasına, kimse onun hakkında bir şey bilmiyordu. Babalarına sordukları tüm sorular cevapsız kalıyordu.
  Bahsettikleri cadı ise kasabaya altı ay önce gelen Yosma Tarine'di. Tabii kimse bunu yüzüne söylemeye cesaret edemezdi.
  Kadın, bir çarşamba akşamı doğudan tek başına gelmişti. Nasıl olurdu! Doğuda fersahlarca Tarabal Çölü uzanıyordu, bırakın tek başına geçmeyi, buna kalkışan kervanlar işin sonunda yarı yarıya azalmış olurdu. Altı ay önce o çarşamba akşamı geldiğinde vurulmuştu kadına babaları Vulgar. Çocuklar kendilerini bildiler bileli kimseye el uzatmamıştı bu adam. İşin içinde büyü olduğundan şüpheleniyorlardı.
  Eve geldiğinden beri olanlar da bunu doğrular nitelikteydi. Kafayamultan Vulgar gitmiş, bir süt oğlanı gelmişti sanki. O hareketli adam yatak odasından çıkmaz oldu. Hâliyle meyhaneye bakmak bizim Kazma Ishbal'e, ev işleri küçük kardeş Marel'e kalmıştı. Zaten kadının da odadan çıktığı pek görülmezdi. Artık ne yapıyorsa..
  Tipiyle de sağlam kazık sayılmazdı bu kadın. Çingenelerin esmerliğine sahipti. Kulaklarına ne idüğü belirsiz ufak hayvan kemikleri takar, boynundan aslan çenesini eksik etmezdi. Her daim bir geceliği andıran kuzgun tüyü elbisesini giyerdi. Kapkara göz halkalarını tamamlayan aynı karalıkta davetkâr dudakları ve beline gelen düz saçlarıyla istenmediği kadar arzulanan bir kadındı.
  Geldiği hafta Vulgar'la evlenince kimsenin buna cesaret edecek zamanı olmadı tabii. O günden sonra da belleri doğrulmadı zaten. Ishbal kendini zorluyordu fakat ergenlikten olacak, eline geçen eşya sağlam kalmıyordu. Akıncı olan amcasıyla kılıç antrenmanları yapardı bir zamanlar. Amcası Kuzey İllerine gidip dönmeyince o da caymıştı böyle şeylerden. Tarih ve savaşlar daha çok ilgisini çekiyordu. Büyük ve unutulmaz bir komutan olmalıydı. Kahrolası küçük bir kasabanın ayyaş bekçisi değil.
  Öte yandan ondan yalnızca iki dakika küçük kardeşi Marel, kendini şifacılıktan alıkoyduğu için kızgındı cadıya. Sürekli yaptığı ev işleri bir yana, Tarine ondan sürekli küçük hayvanların uzuvlarını istiyor, bunlarla ne yaptığı meçhul kalıyordu. Oysa Marel doğa dostu bir pagandı. Nedensizce hayvanları incitmek ona tersti.
  Artık patlama noktasına gelen ikilimiz, bir pazar sabahı babalarına veda ederek terk ettiler evlerini.